|
Katı Yürekli Zengin
Ayna ayna, güzel ayna
Ayna ayna, şeker ayna
Ayna ayna, cici ayna; kim neler yaşamış anlat bana
Ve sevgili aynacık gece mavisinde başlamış anlatmaya
Güzel bir ilkbahar sabahında, henüz kimsecikler yatağında
doğrulmamışken, kuşlar o dal senin bu dal benim
uçuşmaya başlamışlar bile. Yeni yeşermiş
ağaçlar rengarenk çiçekleriyle yeryüzüne yeni bir hayat
sunuyorlarmış. Önce gök aydınlanmış, sonra
güneş hafifçe başını çıkarmış
saklandığı yerden. Güller, karanfiller, zambaklar, papatyalar,
küstüm çiçekleri, menekşeler, sümbüller
birbiriyle
yarışır gibi açıyorlarmış.
İşte böylesine güzel bir bahar sabahında, insanlar uyanmak
için hiç de zorlanmazlarmış. Gözlerini açar-açmaz çiçeklerin
süslediği bahçelerine koşarlar, o mis kokulu havayı
ciğerlerine doldururlarmış. Günleri sevinç ve neşe içinde
geçermiş.
İlkbaharın, tüm güzelliğini hediye ettiği bu memlekette
herkes güler yüzlü, merhametli, konuksever ve iyi kalpliymiş. Bir
karıncayı bile incitmekten korkarlarmış.
Kazandıklarının bir kısmını fakir olanlara
hediye ederler, onların sıkıntılarını azaltmaya
çalışırlarmış.
Fakat bu memlekette kese kese altınları, elmasları,
gümüşleri, sandık sandık incileri olan bir adam
yaşarmış ki; bir kez olsun güldüğünü gören
olmamış. Kapısını kim çalsa en ağır
sözlerle onu evinden kovarmış. Hiç kimseden hoşlanmadığı
için hiççimse de ondan hoşlanmazmış.
Bir gün elbiseleri yıpranmış, açlıktan benzi solmuş
bir adam bu katı yüreklinin evine varmış,
kapısını çalmış. Kapıyı açan hizmetçi,
karşısında bir dilenci görünce onu uyarmak istemiş ve
demiş ki;
- Bu evin sahibi çok katı yüreklidir. Sana hiçbir şey vermez. Ondan
ağır bir söz işitmeden gitsen iyi olur. Yoksa kalbini
kırar.
Hizmetçi dilenciye bu sözleri söylerken evin sahibi çıkagelmiş. Gür
sesiyle evi inleterek;
- Kimdir beni rahatsız etmekten çekinmeyen, diye sormuş.
Dilenci elini uzatarak;
- Efendim, ben çok açım. Bir parça ekmek vererek iyilikte bulunmak
istemez misiniz, demiş.
Adam öfkeden ne yapacağını şaşırarak dilenciye
haykırmış:
- Sor bakalım, bu memlekette benim evimden bir dilenciye, bir lokma
ekmek çıkmış mı? Var git yoluna. Ekmeğini başka
kapılarda ara. Ne diye sana yardım edeyim!
Bu sözleri işiten zavallı dilencinin kalbi
kırılmış. Usulca elini çekmiş, tek kelime etmeden
dönmüş gitmiş. Fakat adamın o halini merak etmemek mümkün mü?
Dilenci de merak etmiş tabiî. Kendi kendine konuşmuş
durmuş:
- Ben fakirim, hiç gülmesem niye gülmüyorsun diye soran olmaz. Peki bu
adamın derdi ne? Aç değil, açıkta değil. Memleketi
satın alacak kadar parası var. Ama güldüğü hiç
görülmemiş. Yazık, ne kadar yazık. Bu hayattan zevk
almasını öğrenememiş. İnsanlardan köşe-bucak
kaçıyor. Bereket mi kalır o evde!
Bu olayın üzerinden yıllar geçmiş. Belki on yıl, belki
on-beş
Ölen ölmüş, kalan kalmış. Kimi zaman zor günler
yaşanmış, kimi zaman sevinç sarmış her yanı.
Zengin adamın başına bir felaket gelmiş. O servet sanki
toz olmuş uçmuş. Daha ne olup bittiğini anlamadan, adam
kendisini sokakta buluvermiş. Kapı kapı dolaşıp bir
parça ekmek için el açmaya başlamış.
Bir gün şehrin sokaklarında böyle dolaşırken,
ihtişamlı bir evin karşısında durmuş. Ve ona
bakmaya başlamış. Eski günleri, o çok zengin olduğu
günleri hatırından geçirir gibi uzun uzun bakmış eve.
Sonra da gidip kapısını çalmış. Kapıyı
açan hizmetçi karşısında bir dilenci görünce konuşmadan
içeri girmiş. Kısa bir süre sonra geri döndüğünde elinde bir
sepet yiyecek varmış. Sepeti dilenciye uzatırken hayretle
bağırmış:
- Olamaz! Siz, siz böyle ne hallere düştünüz.
Hizmetçinin sesine gelen evin sahibi, merakla sormuş:
- Ne var, ne oluyor?
Hizmetçi, eskiden yanında çalıştığı beyin
şimdi bir dilenci olduğunu, buna çok üzüldüğünü söylemiş.
Ev sahibi ise dilenciyi tanıyınca bu duruma pek
şaşırmamış:
- Ben, bir zamanlar onun kapısını çalan yoksuldum. Fakat o,
beni evinden kovdu ve benim kalbimi kırdı. Öyle zengindi ki, gözü
hiç kimseyi görmezdi. Demek ki, ondan alınan bana verilmiş. Üzülme,
onu içeri al. İstediği kadar yesin içsin.
Dilenci içeri alınmış, krallara layık bir şekilde
ağırlanmış. Adam yaptığı hatayı
anlayarak;
- Hakkınızı helâl edin efendim, demiş. Şükürler
olsun ki, henüz yaşıyorken sizinle karşılaştım.
Yoksa bu hakkı nasıl ödeyebilirdim.
Bu iki insan uzun seneler beraber, o evde yaşamışlar. Ve adam
gülmeyi; insanlara yardım etmenin ne kadar zevkli olduğunu, insana
ne kadar güzel bir huzur verdiğini öğrenmiş. |